Türk – Yunan Gerginliği Nereye Kadar Devam Eder? Gerilim Bir Sıcak Çatışmaya Dönüşür mü?

LinkedIn

Türk – Yunan Gerginliği Nereye Kadar Devam Eder? Gerilim Bir Sıcak Çatışmaya Dönüşür mü?

Nihat KÖKMEN, (E) Hv.Korgeneral

                                                                                                                                         EDAM Ynt.Krl.Üyesi

 

    Bundan yaklaşık bir asır önce, 15 Mayıs 1919 tarihinde başta İngiltere olmak üzere zamanın emperyalist devletleri, eski deyişle ‘’Yedi Düvel’’ Sevr Anlaşması gereğince Türklerin Anadolu’dan atılarak tamamen yok edilmesi amacıyla, başlangıç noktası olarak seçtikleri güzel İzmir’den, Yunanistan’ı kışkırtarak altı asırlık Türk yurdunu işgale başlamışlardı. Fakat emperyalistler Türk Milleti için özgürlük kavramının ne kadar önemli olduğunu ve özgürlüğünün elinden alınmak istenmesi durumunda, önlerinde hiçbir engelin duramayacağını, tutunamayacağını bilemediler, öngöremediler. İşte bu nedenledir ki, Büyük Taarruz sonrası 9 Eylül 1922 tarihinde canlarını kurtarmak için aynı İstanbul’un işgali sonrası olduğu üzere Büyük Önder Atatürk’ün veciz söyleminde de belirtildiği gibi, ‘’geldikleri gibi gittiler’’.

 ‘’Tarih tekerrürden ibarettir’’ diye boşuna söylenmemiş olacak ki; Yunanistan, bugün, aradan bu kadar süre geçmiş olmasına ve daha önce böyle acı bir tecrübe yaşamasına rağmen benzer bir maceraya girmek yönünde tavır sergilemektedir. O dönemdeki kışkırtıcı aktörlerin bazıları bugün mevcut koroda yer almasa da bu kez ABD yanısıra savunma iş birliği anlaşması imzaladığı Fransa yer almaktadır. Söz konusu anlaşma kapsamında Fransa ile Atina arasında, belli bir takvime bağlanan, çok miktarda deniz, hava platformları ile birlikte silah-mühimmat tedarikleri başlatılmıştır.

Tedarik kapsamında, 24 adet Rafale uçağı ve uzun menzilli havadan yere, havadan havaya atılacak füze ve bombalar ile deniz kuvvetlerinin güçlendirilmesi için, 3 adet Orta Sınıf Fırkateyn/FDI bulunmaktadır. 10 milyon nüfusa sahip, hem Avrupa Birliği (AB) hem de NATO üyesi olan Yunanistan’ın bu alımları, Ege’de bir oldu bitti ile karasularını 12 mile çıkarma düşüncesini akıllara getirmektedir.

Bilindiği üzere iki komşu NATO üyesi ülkenin geçmişten beri süregelen kronikleşmiş sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların doğal olarak ikili görüşmeler yoluyla çözümlenmesi gerekirken, Yunanistan genellikle AB içindeki konumunu kullanarak sorunları başka alanlara çekerek iyice içinden çıkılamaz duruma getirmeyi, yani çözümsüzlüğü, tercih etmiştir. Bununla birlikte Yunanistan, Türkiye’yi uluslararası toplum nezdinde, sürekli saldırgan ve yayılmacı olarak tanımlayıp mağdur rolü oynamak suretiyle, kendi yayılmacılığını örtbas etmeye çalışmıştır.

Yunanistan bütün bu koşullar altında yapmış olduğu girişimler sonucu öncelikle İyon Denizinde kara sularını 12 mile çıkardığını ilan etmiş ve bölgedeki komşuları ile daha önceden anlaşması sebebiyle herhangi bir itirazla karşılaşmamıştır. Yapılan bu hamleyle, Yunanistan, İyon Denizinde olduğu gibi aşamalı olarak, ABD ve batının da desteğini alarak tüm uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek önce güneyde, daha sonra da Ege’de aynı tavrı sergileyerek karasularını 12 mile çıkarıp çıkaramayacağı, veya bu konunun Türkiye için doğrudan savaş sebebi (casus belli) olduğu ortada iken ve Cumhurbaşkanı tarafından 2022 Efes tatbikatı sonrası üst perdeden yapılan açıklama sonrası geri adım atıp atmayacağını zaman gösterecektir.

Mevcut durumda silahlanma programının gerektirdiği tedariklerin tamamlanamaması sebebiyle, Yunanistan’ın bu kararı almasının zamanlama açısından pek uygun olmayacağı öngörülmektedir. Gerek hava kuvvetleri gerekse deniz kuvvetleri için planlanan tedarik ve modernizasyon projelerinin tamamlanması 2024-2025 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bu esas alınarak  yapılan geleceğe dönük projeksiyonda, Atina’nın Türkiye’yle güç mukayesesinde geride olduğunu gördüğü ve sürekli olarak (ekonomik kriz içinde olmalarına rağmen) bütçe imkanlarının ötesinde hızlı bir silahlanma yoluna gittiği görülmektedir. Bu kapsamda da kıta Yunanistan başta olmak üzere gayrı askeri statüdeki adaları uluslararası hukuka aykırı olarak radar, hava savunma füze sistemleri, havaalanları ve limanlar ile tahkim etmeye de devam etmektedir.

Doğal olarak Yunanistan, kendisinin planladığı ve almayı düşündüğü silah sistemleri ve platformların yanında, Türkiye’nin de silahlı kuvvetlerinin tedarik, modernizasyon ve yerli üretim imkân ve kabiliyetlerini yakından takip etmektedir. Yunanistan, özellikle Ukrayna örneğinde olduğu gibi, ABD ile Batı’nın kışkırtma teşebbüsleri, Türkiye’ye uygulayacakları silah ambargosu ve ekonomik yaptırımlar sonucu, karasularını 12 mile çıkarma düşüncesi içinde olabilir. Fakat güney kanatta Avrupa-Atlantik güvenliğinin sorgulandığı bu dönemde, iki NATO ülkesinin çatışma içinde olması, Ukrayna savaşı nedeniyle NATO çatısı altında birbirine kenetlenmiş batının böylesi bir krizi kaldırabileceği şüphelidir. Ayruca bu ABD tarafından da istenecek bir sonuç olmamalıdır. Çünkü, benzer bir kriz 1995 yılında, Yunanistan’ın yayılmacı politikalarının bariz bir örneği olarak, Ege’de kıyılarımızın dibinde bulunan Kardak Kayalıkları’na hukuksuz bir şekilde askerlerini çıkarması ile ortaya çıkmıştı. Fakat, Türkiye tarafından olaya ayniyle mukabelede bulunulması ve devlet politikası gereği oluşturulan hükümet direktifi sonucu, TSK’nın topyekün alarm durumuna geçirilmesiyle, Yunanistan geri adım atarak çekilmek zorunda kalmıştı. Yunanistan, bu olay vesilesiyle bölgede kaybettikleri askerlerin anısına üst düzey yetkililerin bulunduğu çelenk bırakma törenleri yoluyla konuyu istismar etme tasavvurunu bugüne kadar geçen sürede alınan tedbirler nedeniyle gerçekleştirememiştir.

Aslında Yunanistan, Kardak Krizinde başarılı olsaydı, başka bir ifadeyle Türkiye bu olaya sessiz kalıp herhangi bir tepki vermeseydi Ege’de dengeyi lehine bozma girişimlerine devam edebilmek için kritik bir safhayı geçmiş olacağını düşünüyordu. Gördüğü tepki neticesinde geri çekilerek, farklı bölgelerde benzer girişimlerini tekrarlamak için taraftar toplamaya, silahlı kuvvetlerini güçlendirmek için yeni tedarik ve modernizasyon faaliyetlerine ağırlık vermeye başladı. Hatta geçtiğimiz günlerde Yunanlı emekli bir amiralin verdiği mülakatta uzun menzilli üç adet füze ile İstanbul Boğazı üzerinde bulunan üç adet köprüyü kolaylıkla vurabileceklerinden bahsetmesi, aslında gerçek niyetlerinin ne olduğunun açık bir göstergesidir. Kısacası, zihinlerindeki düşünce, güçlü oldukları veya kendilerini güçlü hissettikleri anda böylesi bir maceraya girebilecekleri yönündedir.

Elbette yaptıkları bu hazırlıkların her aşamasında başta, ülkelerinde birçok bölgede üs verdikleri ve savunma anlaşmasını uzattıkları ABD, savunma işbirliği anlaşması imzaladığı Fransa olmak üzere, Batılı müttefiklerinin desteğini de arkalarına alma arayışı içindedirler. Özellikle Fransa’dan tedarik ettiği 4.5 nesil Rafale savaş uçakları, gelişmiş yeni silah sistemlerine sahip fırkateynler ile ABD’den tedarik edilen ilave silah ve mühimmatlar önemli projeler olarak göze çarpmaktadır. Hatta, ABD’nin şimdilik onay vermediği ama gelişen olaylara ve Türk – ABD ilişkilerinin durumuna göre kararın değişebileceği F-35 tedariği de hala güncelliğini koruyan tedarik projesi olarak masada durmaktadır. Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’in ABD’ye yapmış olduğu resmi ziyaret kapsamında Kongre’de yaptığı konuşma sonrası aldığı destek, bu konularda Türkiye’ye karşı açık bir desteğin mevcudiyetinin göstergesi olarak alınmalıdır.

Yunanistan, sürekli olarak Ege’deki sorunları istismar ederek, AB içinde yer almayan Türkiye’yi haksız, kendilerini ise mağdur ve kabul ettikleri sözde sınırları sürekli olarak ihlal edilen bir ülke olarak takdim etmekte ve maalesef taraftar da bulmaktadır. Halbuki 1923 yılında imzalanan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu Lozan Anlaşması, 1947 yılında imzalanan Paris Barış Antlaşması ve Deniz Hukuku Konferansı belgelerinde, Ege’de bulunan adaların silahtan arındırılacağı sadece adli olaylar için kolluk kuvvetinin bulundurulabileceğine ilişkin statü açıkça belirtilmiştir. Söz konusu uluslararası anlaşmalara rağmen; Yunanistan bu adaları oluşturduğu üsler vasıtasıyla adeta silah deposuna çevirmiştir. Gerekçe olarak ise sürekli Türkiye’nin yayılmacı olduğu, sınırlarını taciz ve hava sahasını ihlal ettiği (bir ülkenin hava sahası karasuları ile eşit limite sahip olması uluslararası hukukun yerleşik bir kuralı olmasına rağmen Yunanistan 1931 yılında yayınladığı bir Kraliyet kararnamesiyle karasuları 6 mil olmasına rağmen hava sahası sınırını tek taraflı olarak 10 mil olarak belirlemiştir. Dolayısıyla uluslararası hukuka göre uluslararası hava sahası olması gereken bölgedeki uçuşları hava sahası ihlali olarak takdim etmektedir) gibi mesnetsiz iddialarla tüm uluslararası kurum/kuruluşları kullanmaya ve konuyu istismar etmeye devam etmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer husus ise, Türkiye’yi uluslararası hukuktan kaçınan, bu bağlamda Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) zorunlu yargı yetkisini tanımadığını propagandasının temel unsuru haline getiren Yunanistan kendisinin UAD’nin zorunlu yargı yetkisini 1933 yılında kabul ederken “ulusal güvenlik çıkarları”yla ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divanın zorunlu yetkisine çekince koymuş ve bu çekinceyi sonra taraf olduğu uluslararası antlaşmalara da kaydetmek yolunu seçmiştir. Yunanistan bu şekilde adaların silahlandırılmasına ilişkin bir konunun UAD’ne gitmesini engellemeye çalışmıştır. Dolayısıyla Yunanistan bu hareket tarzıyla adaların silahsızlandırılması konusunda hukuken zayıf olduğunun ve adaların bu statüsüne aykırı uygulamalarının uluslararası hukukun ihlali niteliğinde olduğunun ayırdındadır.

SONUÇ

   Yukarıda açıklamaya çalıştığım konular kapsamında, ABD’nin Yunanistan’da, güneyden kuzeye doğru üsler oluşturması ve batı ile birlikte Türkiye’ye karşı kışkırtma girişimleri, güç dengesini bozmak üzere silah-mühimmat sistemleri vermesi, bu ülkelerin, blok halinde hem silah ambargosu hem de siyasi yalnızlaştırma stratejisini uygulamaları, Yunanistan’ı Ege’de 12 mil kararını almak için cesaretlendirmektedir. Bu ülkelerin, Türkiye gibi stratejik öneme sahip bir ülkenin kaybedilmesinin bedelinin ne denli ağır sonuçlar doğurabileceğini ve bu kapsamda Kürecik dahil birçok ABD tesisinin geleceğinin zarar görebileceğini, Türk dünyası üzerinde inisiyatif geliştirmenin Türkiye ile birlikte hareket etmekten geçtiğini çok iyi bilmesi gerekir. Savunma Sanayiinde ABD’ye bağımlılığının azaltılması veya Karadeniz’de yeni güvenlik mekanizmalarının geliştirilmesi gibi konuların muhakkak en üst seviyede geliştirilecek tezlerle gündemde tutulup, muhataplarına anlatılması doğru hareket tarzı olacaktır. Ancak, Ege Denizinde karasularını 12 mile çıkartma kararının Türkiye tarafından daha önce ilan edildiği üzere savaş nedeni  ( casus belli ) sayılacağını bilen Yunanistan, her ne kadar güç dengesini bozmak için silah tedarikleri yapsa da, muhtemel bir çatışmada Ege’de bazı adaları kaybedebileceğini bilmektedir. Bir asır önce girdiği macera sonrası düştüğü duruma tekrar düşmemek için iç ve dışarıdan gelebilecek tüm kışkırtmalara rağmen böylesi bir kararın sonuçlarını görerek hatalı bir yola yönelmemelidir.

 Türkiye, Ege’de gerginliğin azaltılması, krizlerin önlenmesi için daha önce Yunanistan ile ‘‘Güven Artırıcı Önlemler’’ kapsamında varılan anlaşma gereği, uluslararası hukuktan doğan hak ve menfaatlerini korumak için Türk yurdunun ayrılmaz parçaları olan denizlerimizde Donanmamız ve Gök Vatan’da Hava Kuvvetlerimiz ile bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan 26. boylamın doğusu dahil faaliyetlerine kesintisiz olarak devam etmelidir.